Kıtalar hakkında bilgi
Kıtalar Yeryüzünün önemli bir bölümünü kaplayan, büyük kara kütleleri. Kıtalar, büyüklüklerine göre: Asya, Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Antarktika, Avrupa ve Avustralya olarak dizilirler. Avrupa, Asya’nın geniş bir yarımadası durumunda olduğundan ikisine birlikte Avrasya denir. Avustralya kıtası, 8.000.000 km2lik yüzölçümü ile en küçük kıta; Grönland 2.175.600 km2lik yüzölçümü ile en büyük adadır. Birbirine bitişik olan Avrupa ve Asya
Kıtalar Yeryüzünün önemli bir bölümünü kaplayan, büyük kara kütleleri. Kıtalar, büyüklüklerine göre: Asya, Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Antarktika, Avrupa ve Avustralya olarak dizilirler. Avrupa, Asya’nın geniş bir yarımadası durumunda olduğundan ikisine birlikte Avrasya denir. Avustralya kıtası, 8.000.000 km2lik yüzölçümü ile en küçük kıta; Grönland 2.175.600 km2lik yüzölçümü ile en büyük adadır.
Birbirine bitişik olan Avrupa ve Asya kıtaları ile Afrika Kıtaları Eski Dünyayı; Kuzey ve Güney Amerika kıtası Yeni Dünyayı teşkil eder. Okyanus ortasında yer alan Antarktika ve Avustralya da iki ayrı
Yeryüzünün yaklaşık % 29’u veya 148 milyon km2si karalarla kaplıdır. Bu kara parçalarının yaklaşık % 94’ü kıtalardan, geri kalan kısmı ise adalardan meydana gelir.
Ekvatorun kuzeyinde karalar daha çok, güneyinde ise daha azdır. Eski coğrafyacılara göre kıtalar sahillerin ötesinde veya kara sınırlarının da ötesinde uzanmamaktaydı. Fakat jeologlar, kıtaların deniz altında uzayan parçalarını da (Bkz. Kıta Sahanlığı) kıtalardan saymışlardır.
Kıtaların meydana gelişi üzerinde birkaç görüş vardır. İzostatik denge prensibine göre, yerçekimi kuvveti ile ağır olan yer kabuğu, zamanla çökme gösterir. Bu teoriye göre dağlar, az yoğun olduğu için yüzeyde yüksek kalmıştır. Yerkabuğu kıtalarda yaklaşık 32 km’ye yer yer 50 km’ye ulaşmaktadır. Okyanuslarda ise bu kalınlık çok azdır. Kıtaların büyümesinde en etkili olay tortu malzeme ile meydana gelen deltalar ve bunların zamanla çökerek okyanuslarda basınçla yer kabuğunda çatlamalar meydana getirmesi ve bu çatlaklardan çıkan volkanik ada kütleleridir.
Avrupa ve Amerika’da kıtaların teşekkülü ile ilgili bilim adamları araştırmalar yapıp nazariyeler ileri sürmektedirler. Bugün bu ilimle uğraşan bilim adamlarının genel kanaatı, eski jeolojik devirlerde, güney kıtaları arasında karayollarının bulunduğudur. Ünlü meteoroloji bilgini Alfred Wegener, kontinentverschiebung (karaların kayması) nazariyesini kurmuş, bugün için altı olan kıtanın evvelce birbirine bağlı olup, sonra yavaş yavaş ayrıldıklarını söylemiştir. Başka bir profesör, kıtalar arasında köprü gibi kara parçaları olduğunu, jeocografik tecrübelere dayanarak iddia etmiştir. Wegener’e göre, palaozoikum ve mezozoikum devirlerinde kıtalar birbirine yapışıktı. Paleozoikum sonuna kadar, hayvanlar, Güney Amerika ile Afrika, Hindistan ve Avustralya arasında kara yolculuğu yapmışlar, Eosen’den itibaren, Afrika’da yaşayan hayvanlar, karadan Güney Amerika’ya geçmişlerdir.
İlim adamlarının ileri sürülen bu görüşleri, ilk peygamber ve ilk insan hazret-i adem’in evlatlarının çoğalıp, Suriye, Irak ve Orta Asya’dan yayıldıklarını göstermektedir. Nuh Tufanından sonra, yalnız gemide kalanlar kurtuldu ve insanlar bunlardan türedi. Zamanla çoğalarak Asya, Afrika, Avrupa, Amerika ve Okyanusya’ya karadan ve büyük gemilerle denizlerden yayıldı. Onlar da çoğalarak kıtalardaki bugünkü insan topluluklarını meydana getirdiler.
Kıtaların sayısı da uzun zaman tartışıldı. Latin kökenli olan “kıta” kelimesi, orijinal olarak karaya yakın olan adaları, ana parçadan ayırmak için kullanılıyordu. Bu kullanış, bir İngiliz kaşifin yaptığı geziye “Kumru Boğazından Kıtaya” adını vermesiyle değişmiş ve bugünkü anlamı kabul görmüştür.
Kıtalar, isimlerini çeşitli şekillerde almışlardır. Antarktika kıtasının ismi, yeryüzündeki Arktik bölgede oluşundandır. Bölgeyi “Arktik” isminde bir denizci keşfettiği için bu ismin verildiği sanılır.
Amerika kıtasının, Hartın Waldseemüller’in (Amerika Vespuçi’den sonra) 1507’de yaptığı haritada, adı Amerika diye geçiyordu. Bu tanınmış kaşifin yazılarının gösterdiğine göre yeni bir kıtanın keşfedildiği anlaşılıyordu.
Avrupa, Asya ve Afrika isimleri eski insanlar tarafından kullanılıyordu. Fakat onlar da kıtaların tamamına değil sadece bir bölgesine bu isimleri veriyorlardı. Mesela Afrika, bu kıtanın çok sınırlı bir parçasına verilen isim idi. Diğer daha büyük bölgeler; Mısır, Libya ve Etyopya diye anılıyordu. Avrupa ise, Asya’dan boğazlarla ayrılan bir bölge için eskiden beri kullanılıyordu. Asya ismi, eskiden bir Roma taşra şehrine verildiği zaman, diğer şehirler arasında bir ayırım olması için bu büyük şehrin adıydı.
Avustralya’nın yerlileri hayali bir Australis bölgesinin varlığını düşündükleri için böyle diyorlardı. Böylece kıta keşfedildiğinde ismi hazırdı.
Kıtaların benzer ve farklı yönlerini bulmak için jeomorfolojik yapılarını karşılaştırmak çok faydalıdır.
Bütün kıtaların bir veya birden fazla kıyısında geniş dağ silsilesi vardır. Buna rağmen dünyanın en büyük iki dağ silsilesi olan Rockies ve Himalaya kıta sınırlarından oldukça uzaktırlar.
Antarktika hariç olmak üzere her kıtanın nehirleri, iç ovaları ve geniş kıyı ovaları vardır. Yaylalar ise daha az bir yüzölçümünü kaplar. Asya’da Tibet ve Güney Amerika’da (Bolivave Peru) yaylaları büyük yükseklik ve genişliğe erişmişlerdir. Fakat yine Güney Amerika’da Colombia ve Colorado yaylaları, Afrika’da Tanzanya bölgesi ve hatta Avrupa’da Massif Santral, dikkate değer yayla özellikleri gösterirler.
Bütün kıtalarda bazı bölgeler, deniz seviyesinin de altındadırlar. Ölü Deniz (-396 m), Ölü Vadi (ABD, -85 m) bunlara Örnekdirler.
Antarktika’da kayalıkların çoğu üstündeki buzulların ağırlığıyla deniz seviyesinin altına sıkışmışlardır. Dünyanın en yüksek dağ silsileleri sırasıyla:
1. Himalayalar (Everest 8848 m) Asya’da.
2. And Dağları (Aconcaquea 6959 m) Güney Amerika’da.
3. Alaska Range (Mc. Kinley 6194 m) Kuzey Amerika’da.
Amerika’da meydana geliş ve yaş bakımından dağ silsileleri büyük ölçüde birbirinden ayrılırlar. Asya’nın doğusundaki Büyük Okyanusu sınırlayan dağ silsileleri ile aynı okyanusu sınırlayan Amerika dağlarının bir benzeri yoktur. Hakikaten dağların yapısı o kadar değişiktir ki, dağ silsilelerini çok basit bir şekilde aynı Örnek içinde gruplandırmak çok zordur.
Mesela; South Dakota silsilesinde Black Hill Tepesinin kubbeli bir yapısı vardır. Sierra Nevada ise daha geniştir. İsviçre Alpleri, hiçbir yerde benzerine rastlanmayan karmaşık kıvrımlı bir yapıya sahiptir. Hatta sadece bir tek dağ silsilesi üzerinde birçok yapı ve biçim değişiklikleri vardır.
Kıtaların sahib oldukları ovalar, genellikle birbirine benzer, bazan da farklıdırlar. Atlas Okyanusu körfezleri, kıyılarındaki ovalar (Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ovaları) geniş ve verimlidirler. Bu durum, Asya Kıtasının güneyinde (Hindistan), Güney Avustralya’da, Güney Amerika’nın doğu kıyılarında görülmektedir. Büyük şehirler genellikle ovalar üzerine kurulmuş, endüstride ve denizcilikte gelişmeler buralarda olmuştur.
Fakat Kuzey Amerika’nın ve Asya’nın geniş Arktik (kutuplara yakın) kıyı ovaları iklimi ve ekvatordan uzaklığı sebebiyle o kadar önemli değildirler. Aynı şey, Güney Amerika’da Amazon Nehri Deltası içindeki geniş ovalar için de söylenebilir.
(petrol, kömür, gaz) ve su taşımacılığında imkan veren nehirleri yönünden çok önemlidir. Diğer kıtalar bu kadar çok verimli iç ovalara sahip değildir. Bu ovalara benzeyen Avrasya’nın daha yüksek yerleri Ural Dağlarının batısı, Güney Amerika’da Arjantin ve Uruguay ovalarıdır.
Afrika ve Avustralya’da iç bölgelerdeki geniş ve yüksek düzlükler genellikle çöldür. Buralarda, Amazon Nehrinin kıyılarındaki iç ovalarda olduğu gibi sıcak ve çok yağışlı bir iklim görülür. Dolayısıyla bu bölgelerde verimi yükseltmek zordur.
Avustralya ve Antarktika hariç, bütün kıtalarda iç bölgelerden doğup, uzun mesafeler kat ederek okyanuslara dökülen akarsu sistemleri vardır.
Kuzey Amerika’da büyük akarsular her istikamette dışarıya doğru akarlar. Mississippi ve Rio Grande Meksika Körfezine; Colorado, Colombia, Franser ve Yukon batıda Büyük Okyanusa; Mackenzie, Red ve Nelson Kuzey Buz Denizine; St Lowrence ise doğuda Atlas Okyanusuna dökülür.
Avrasya’da, akarsu sistemleri, bu büyük kara kütlesini küçük parçalara ayırarak akarlar. Fakat iç akarsular dağların kendine has bir özelliği ile drenaj edilmişlerdir. Volga Nehri bir iç deniz olan Hazar Denizine dökülürken, Don Nehri, Karadeniz’e doğru akar. Ural Dağlarının doğusu ile Moğolistan Yaylasından, Himalaya Dağlarına kadar uzanan geniş bir dağlık arazi, suların akışını düzenlemektedir. Çok uzun olan Obi, Yenisey, Lena akarsuları, Kuzey Buz Denizine akarlar. Daha kısa olan akarsular ise, Hindistan’ın ovalarını aşarak denize dökülürler. Bu akarsular, kıtanın güneydoğu ve doğu kısmında kıyı boylarındaki ovalara doğru uzanarak ilgi çekici kanyonlar meydana getirirler. Güney Amerika’daki belli başlı akarsu sistemleri Adlar, Guiang ve Brezilya’nın dağlık bölgelerinden akarlar.
Afrika’nın büyük nehirleri (Nil, Nijer, Kongo, Zambezi) düzgün bir rejimle kuzeye, güneye, doğuya ve batıya akarlar. Fakat yağışların azlığı sebebi ile çöl bölgeler ve çevreleri olmak üzere Afrika’nın üçte biri, akarsulardan mahrumdur. Antarktika dışında, kıtaların hepsinde, oldukça sıcak iklime sahip çöller vardır. Bu çöllerden en fazla tanınanı Afrika’daki Sahra Çölüdür. Asya’da dağlarla çevrili Gobi Çölü ve denizlerle çevrili Arabistan Çölü Ünlüdur. Bazılarına göre dünyada çöl şartlarının en fazla hüküm sürdüğü yer Arabistan Çölüdür. “Atacama” (Güney Amerika) Çölünün, gösterdiği özellikler bakımından dünyada bir benzeri yoktur. Çölün yayvan olan kenarı, Atlas Okyanusu ve diğer kenarı ise yüksek And Dağları tarafından çevrilmiştir.
Volkanik olayların etkileri, daha çok Avrasya ve Amerika’da görülmektedir. Fakat, Akdeniz’deki volkanik dağlar daha çok tanınmıştır. Vezüv, Etna, Stromboli, And Dağlarının en büyük tepeleri volkanik kökenlidir. ABD’de Shesta, Nood, Rainlerde birer sönmüş volkandır. Asya’nın doğu kıyılarında ise sönmüş birçok volkan mevcuttur. Diğer bir volkanik şekiller ise bir zamanlar yanardağlardan akan lavların sönerek meydana getirdikleri yaylalardır. Columbia Yaylası, Hindistan (Deccan) Yaylası, Orta Afrika ve İskoçya yaylaları bunlardandır.
Kıtalar, dünya yüzeyinin % 29’unu, kıta sahanlıkları ise % 6’sını teşkil eder. Kıta sahanlığı, kıtaların denizler içerisinde 100-200 metreye kadar olan batık kısımlarına verilen isimdir. (Bkz. Kıta Sahanlığı)
Kıtaların yüzölçümü ve yükseklikleriyle ilgili bilgiler aşağıda gösterilmiştir.
KıtaYüzölçümüDünya Kara YüzeyineOrtalama Yükseklik (milyon km2)Göre Yüzdesi(metre)
Asya43,7729,4976
Afrika29,7820,0 610
K. Amerika21,7514,7579
G. Amerika17,6111,8610
Antarktika14,249,51982
Avrupa9,85,1286
Avustralya7,55,1244
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
Atlantis
"İmparatorluğun Yıkımı", Cole Thomas,1836
Atlantis (Yunanca Ἀτλαντὶς νῆσος, "Atlas'ın adası", Platon'un Timaeus ve Critias kitaplarında bahsettiği[1] efsanevi batık bir kıta ve uygarlık.
Platon'a göre Atlatis, "Herkül Sütunları'nın ötesinde" yer alanm, Batı Avrupa ve Afrika'nın birçok kısmını fetheden ve Solon'un zamanından 9,000 yıl önce (yaklaşık M.Ö.9500) Atina'yı fethetmeye çalışan, ancak başarılı olamayıp bir gecede okyanusa batan bir uygarlıktır.
Platon'un diyaloglarında gömülü bir hikaye halinde olan Atlantis, genellikle Platon tarafından kendi politik teorilerini anlatmak için yaratılmış bir efsane olarak görülür. Bir çok akademisyen için Atlantis hikayesinin amacı belirgin olmasına rağmen, Platon'un hikaytesinin ne kadarının eski hikayelerden derlendiği bir tartışma konusudur. bazı akademisyenler Platon'un hikayeyi Thera yanardağ patlaması veya Troya Savaşı'ndaki bazı öğelerle oluşturduğunu savunurken, bazıları ise M.Ö. 373'te gerçekleşen Helike'nin yıkımı veya M.Ö. 415-413 yılları arasında gerçekleşen Atina'nın başarısız Sicilya işgali gibi olaylardan esinlendiğini savunurlar.
M.Ö. 421 yılında Sokrates'in evindeki bir Felsefe sohbetinde Atinalı devlet adamı Kristias, dedesi Dropides'in kendisine naklettiği efsaneyi hikaye eder. Hikayeyi dede Dropides'e nakleden ünlü Yunanlı şair Solon'dur. Solon'un gösterdiği kaynak ise Mısır'da bulunduğu dönemde tanıştığı Mısırlı bir keşiştir ve Keşiş'e göre Atlantis 'e ilişkin olaylar M.Ö. 9000 yılında gerçekleşmiştir.
Plutarkhos'a göre Sais şehrinde Solon'a ders veren rahibin adı Sonchis idi. İskenderiyeli Clemens'e göre bu aynı zamanda Pythagoras'a ders veren Mısırlı rahibin adıdır. Platon'un hem Kritias, hem de Solon'la akrabalığı vardı. Ayrıca, kendisi de Mısır'ı ziyaret ederek birkaç yıl kalmış ve inisiye olmuştu. Onun için, bazı Atlantologlar onun Atlantis konusunu yazmadan önce, bu konuda bilgileri topladığı fikrindeler. Platno'a göre bu kıta çok zengindi ve soylu insanlar tarafından yönetiliyordu.Bir felaket sonucu okyanusun sularına gömülmüştü.
Kur'an'da "Ad kavmi" diye de geçer, Ad-land; Ad Ülkesi demektir. Kimi araştırmacılar İbranice’deki, ilk insanı belirten ve adama sözcüğünden gelen "Adem", Sanskrit dilinde “ilk, başlama” anlamına gelen ve Aryenler’in ilk konuşan insan türüne verdikleri ad olan "Ad-i", Frigler’in "Attis", Kafkasyalılar’ın "Adige", Polinezyada’daki "atea", Truva öyküsündeki "Ate", Aztek mitolosindeki "Atzlan" (ada) ve Türkçe’deki "ad", "ada", "ata" (pek çok dilde baba anlamına gelir) sözcükleri ile "Ad" kavminin adı arasında etimolojik bir bağlantı olabileceği düşünülmektedir.
Atlantis Üzerine Araştırmalar
James Churchward
James Churchward Atlantis'in efsanevi Mu uygarlığının bir kolonisi olduğunu belirtmiştir.[kaynak belirtilmeli] İngiliz ordusunda görevli subay olarak Tibet'te bulunmuş, daha sonra dünyayı gezmiş ve araştırmalar yapmıştır. James Churchward 1883'de, Batı Tibet'te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkartmıştır. Tibet'te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğrultusunda Tibet'teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet'te bir manastıra düşmüş ve bu manastırın, Büyük Rahipler Kardeşliğinin önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward'a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmışNaacal Tabletleri ni göstermiştir.
III. Ramses
III. Ramses'in yazdırdığı yazılarda Atlantislilerin büyük su dairesi üzerindeki kara parçasından ve adalardan dünyanın ucundan, dokuzuncu kuşaktan geldikleri anlatılıyor.[kaynak belirtilmeli] 9. Kuşak da eski Mısır, Yunan ve Roma'da kullanılan coğrafi bölümlere göre 52. ila 57. Kuzey enlemleri arasında kalan bölgedir.
Ünlü tarihçi Renan ise oldukça şaşırtıcı bir şekilde Mısır sanatının gençlik dönemi olmadığı iddiasında bulunarak Mısır uygarlığı ile ilgili şüphelerini şöyle dile getiriyordu:[kaynak belirtilmeli]
Mısır, sanki bu ülke gençlik dönemini hiç yaşamamış gibi, daha başlangıçta olgun, yaşlı ve mitolojik ve kahramanlık çağlarından tamamen yoksun gibi görünmektedir. Mısır uygarlığının bebeklik çağı ve sanatının da kadim dönemi yoktur. Mısır uygarlığı daha o zaman olgundu.
Heredot da 'Euterpe' adlı eserinde Mısır rahiplerinin yazılı tarihinin kendi zamanından 12 bin yıl öncesine kadar gittiğini belirliyor. Yani Atlantis'in batışına kadar.[kaynak belirtilmeli]
5400 yıl önce, Mısır'daki Siyen(Aswan) kenti tam olarak Yengeç Dönencesi'nin altına rastladığı dönemde inşa edilmiş olan Siyen Duvarları, tam güneşin gündönümü anında, öğle vakti, güneş komple bir disk halinde bu duvarların üzerinden yansırken görülürdü. Günümüzde, Avrupa'nın bütün bilim adamları bir araya gelseler bunun bir benzerini yapamazlar diyor tarihçi Keneally Tanrının Kitabı adlı eserinde.[kaynak belirtilmeli]
Amerikalı araştırmacı Robert Sarmast Platonun ünlü diyalogları Critias ve Timaeus’da ifade ettiği yaklaşık 50 fiziksel işaretten yola çıkarak çalışmalarını Kıbrıs yayı ve Levantine havzası olarak tarif edilen Doğu Akdeniz kıyılarına kaydırdı. Bölge ile ilgili olarak Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi'nin (NOAA) hazırlamış olduğu haritalardan ve veritabanlarından faydalanan Sarmast bu bilgilerin yeterli olmadığını görünce dünyaca ünlü Jeofizikçi Dr. John K. Hall ile işbirliğine gitti. Dr. Hall, Sarmast’a 1980 li yıllarda bir Rus petrol gemisi tarafından Doğu Akdeniz’de deniz tabanından toplanan dijital verileri iletti. NOAA ve Dr. Hall dan gelen verileri birleştiren Sarmast bölgenin 3 boyutlu ve bathymetric (derinlik ölçü birimi) haritalarını çıkarttı. Sarmast’a göre Atlantis Kıbrıs, Suriye arasında idi ve batan kıtanın en üst noktası ise bugünkü Kıbrıs’tı.[kaynak belirtilmeli]
Sarmast Discovery Of Atlantis isimli ünlü eserinde Atlantis’in bu bölgede olmasını güçlendiren bulguları ve nedenlerini açıkladı.
Atlas Okyanus'u birçok volkanik hareketlerin sık sık yer aldığı bir yerdir. 1957'de yanar dağlar eşliğinde yeni bir ada Azorların yakınlarında ortaya çıktı.
526 yılında Antakya'da 250.000 kişi, 1042 yılında Tebriz, İran'da 40.000 kişi, 1556'da Çin'de 830.000 kişi, 1908'de Messina, Sicilya'da 200.000 kişi, 1923 Tokyo civarlarında 200.000 kişi ve 1976'da Çin'de 700.000 kişi şiddetli depremlerle hayatlarını kaybettiler. Sellere gelince Çin'de 1887'de Huang Ho nehrin taşıması en az iki milyon insanın ölümüne yol açtı. Aynı nehrin 1931'de taşması 4 milyon insanın ölümüne yol açtı.
Buzul Çağı
R. F. Walworth ve G. W. Sjostrom'e göre son buzul çağında su seviyesinin düşük olması Atlantis'in varlığı için yeterli bir sebeptir. Bu iki araştırmacının geniş bir araştırmaya dayanan tezlerine göre periyodik gelen zincir volkanik patlamaları dünyanın geçmişinde uzun buzul çağlar yaratmıştır. Bazı jeolojik izlere göre buzlar bütün kıtaları kaplamıştır, su seviyeler inip yükselmiştir. Halen güncelliğini kazanan ve Donelly tarafından ortaya atılan bir teze göre, Atlantis'in batması ile daha önce onun yüksek dağları tarafından engellenen sıcak Gulf Stream akıntısı Kuzey Avrupa'ya ulaşarak buzların erimesine yol açmıştı. Halen yolunda devam eden bu sıcak su akımı Avrupa'nın ısısını bulunduğu enleme rağmen ılımlı tutmaktadır. Oysa, aynı enlemde bulunan Rusya'daki şehirler çok daha soğuk iklimlere sahiptir.
Kuzey Sibirya'da buzlar altında on binlerce donmuş mamut cesetleri vardır. Geçen asır sonlarında bu mamutlar'dan en az 20.000 çok iyi durumda fil dişi çıkartılarak piyasaya sürüldüğü kaydedildi. Bu mamutların toplu bir felakete kurban oldukları ortadadır. Ani bir donmadan ölen bu mamutlardan bazıların ağızlarında halen yemekte oldukları otlar bulunduğu görülmüştür. Karbon 14 testleri onların yaklaşık 12,000 yıl önce öldüklerini gösteriyor. Profesör Frank C. Hibben'e göre son buz çağın sonuna gelen bu devrede sadece Kuzey Amerika'da 40 milyon hayvan ölmüştü. Amerika'da Niagara şelalelerin 12.500 yıl evvel meydana geldiği hesaplanmıştır. Cordilleras Dağları yaklaşık 10,000 yıl önce meydana geldiler. Karbon 14 testlere göre şu anda Bermuda civarlarında deniz altında olan geniş bir bölgede 11,000 yıl önce sedir ormanları vardı. Aynı şekilde İngiltere’ye yakın Kuzey Denizi, İrlanda ve Grönland yakınlarında deniz diplerinde binlerce yıl önce denizin dibini boylamış ormanlar görülür. Olayların çoğu Atlantis'in batış tarihine uymaktadır.
Kutsal Kitaplarda Atlantis
1947 yıllında, Ölü Denize yakın Kumran mağrasında bulunan rulo yazıtlar, İbrani kutsal edebiyatın en eski örneklerini oluşturur. Bulunan bir yazıta göre Nuh farklı bir fiziğe sahipti. Öyle ki, babası Lamek onun kendi oğlu olduğunu karısı Bartenoş'un yemin ve ısrarlarına rağmen inanmamıştı. Nuh'un "Bakıcılar, Kutsal Olanlar veya devler" in soyundan gelmediğini ancak meleklerden her şeyi öğrenen" büyükbabası Enok (İdris)'a danıştıktan sonra inanmıştı.
Kitabi Mukaddes'te (Eski Ahit ve Yeni Ahit / İncil) Enok kitabından yer yer söz edilir. Asırlardır saklanan ve kutsal metinler külliyatından çıkarılan bu kitabın iki farklı nüshası vardır, biri yakın zamanlarda bir Rus manastırında bulunarak Slavonik dilde muhafaza edilmiştir. Adı Enok'un (İdris) Sırlar Kitabıdır. Bu kitapta Enok'un Tanrı tarafından göğe kaldırıldıktan sonra cennet ve cehennem katlarında gördüklerini ve sonradan 360 kitap yazdığını anlatmaktadır. İkinci ve çok daha uzun kitap ise Enok’un Kitabıdır. Burada Nefilimlerin devler olduklarını ve tufandan önceki çöküş devrinde onların insanoğlunun yiyeceklerini tükettiklerini ve bunlar da yetmediğinde insanları yediklerini yazıyor. Bu kitapta, bu çeşit atıflar, dini çevreleri rahatsız etmişti (San Augustine Tanrının Şehri) ve bu kitabın Eski Ahit külliyatından çıkarılmasına, 1772 yılında James Bruce tarafından bir Habeş manastırında bulunana dek, yüzyıllardır ortandan kayıp olmasına sebep vermişti.
Akaşik okumalarda Atlantis
Doğruluk dereceleri herhangi bir bilimsel kanıtla kanıtlanmamakla birlikte, Atlantis hakkında şimdiye dek en ayrıntılı açıklamaları yapmış olan ünlü isimler, Atlantis hakkında akaşik okumalara dayalı bilgiler vermiş Edgar Cayce ve Rudolf Steiner'dir. Bir başka kaynak da Doğu'nun kadim kitaplarından Dzyan Kitabı'dır. Cayce ve Steiner, birbirlerinden bağımsız olarak yaptıkları açıklamalarda insan türünün yoğunlaşma ve katılaşma gösterek evrim geçirmiş olduğunu belirtirler ve Atlantis'te savaşan karşıt görüşteki iki gruptan uzun uzadıya bahsederler. Cayce bu iki gruptan birini Tanrı Yasası Oğulları, diğerini Belial (Satan,Şeytan,Şerr) Oğulları olarak adlandırır. Savaşlar nükleer gücü elinde bulunduran Belial Oğulları'nın lehine sonuçlanmış, Manevi alanda ileriş olan birinci gruptakiler ise, kıtanın batacağı kendilerine vahyedilmiş olduğundan, kendilerine bağlı olanlarla birlikte kıtadan göç etmeyi tercih etmişlerdir.
Kaynak
- Eflatun , Kritias.
- Churchward James, MU'nun Çocukları
- SANTESSON Hans Stephan - Batık Ülke MU Uygarlığı - RM Yayınları İstanbul 1989 - Sf. 2
- Bilim Araştırma Grubu - MU, Tarih Öncesi Evrensel Uygarlık - Bilim Araştırma Merkezi Yayınları - İstanbul 1978 - Sf. 15.
Dış bağlantılar
The Scroll - Story - Program

The Human Biogenetic Experiment
Possible Grid Locations
In the Middle ... of the 'Sea' (of consciousness)

Location Hypothesis

Piri Reis Map

Plato and Other Theories

Allegedly Capitol of Atlantis
The sacred architecture lies in the foundation of the nation's capitol.

Domed Grid - Some were made of crystals - Crystal Connections

Crystal Healing Temple (Mind) - The Eclipse of Time and Consciousness

Lunar Energies - Feminine - She Creates to and from Source Consciousness
Reflections above and below
4 Steps - Duality - Pyramid
Who is watching and waiting in the window above - your right side?
Eye - eagle - wings - bird ... keep searching
Were you a Priest or Priestess at the time of the fall of Atlantis?

Did you program crystals that must now be ignited?
Are you here to make a difference in the final merge and outcome?
Are you one of the 36?

Priests and Priestesses

Eckar and the Time Machine

Possible Schematic - Where would you be in that program?

Link to Thule - Nazi Program
What lies beneath ...

Underwater Crystal Pyramid of Atlantis

Bimini Road

Earth Changes

Geometry and Space - The Final Frontier - To go where no ... to go nowhere....
BUZLARIN ALTINDAKİ KAYIP UYGARLIK atlantis atlantis kıtası,atlantis kıtası neredeydi,atlantis kıtası hakkında geniş bilgi
BUZLARIN ALTINDAKİ KAYIP UYGARLIK

Antartika, 1820 yılında keşfedilmiş olup bugün
hala her yeri araştırılmış değildir.Flem-Ath çifti ve diğer bir çok araştırmacı,
her geçen gün şu teorinin daha çok gerçeklik payı olduğunu savunuyor:
Antartika’nın buzlarının altında kayıp bir uygarlığın kanıtları olabilir.
Harika bir ülkeydi.Denizcilikle meşgul gelişmiş tekniğe sahip
bir uygarlığa aitti.Ayrıca harika bir mimarlık ve göz alıcı bir başkent.
İnsanlar materyalist ve aldatıcı olduktan sonra, yıldızlar
yerlerinden oynamaya başladı, güneş diğer taraftan doğdu. Depremler yeri yardı,
yanardağlar lav püskürttü. Herşey üzerinde bulunduğu toprakla birlikte denize
gömüldü ve sonsuza dek haritadan silindi.
20 YIL SÜREN ARAŞTIRMA
Bu, eski yunan filozofu Plato’ nun M.Ö. 400’de bahsettiği
Atlantis efsanesinin kısa bir özetiydi.Şimdi, 2000 yıl sonra Plato’ nun
bahsettiği bu kayıp ülke, Kanadalı çift Rand ve Rose Flem-Ath’ ın topladığı
delillerden sonra gerçekten var olmuş olabilir.Çiftin araştırması 20 yıl sürdü
ve Kanada’ dan Londra’ ya British Museum’ a geldiler.
Çift burada, uğraşılarının sonuçlarını almaya başladı.Modern
bilimin buluşları ve eski yazıtlar ve bilgiler, haritalar ve mitler sayesinde,
sonsunda radikal teorilerini destekleyen delillere ulaştılar.Sonuçta şu ortaya
çıkıyordu:
M.Ö. 10.000’ den beri kayıp uygarlık Atlantis, buzların altında Antartika’ da
gömülü duruyordu.
Plato’ ya göre Atlantis M.Ö. 9600 yıllarında (modern
toluluklardan 1000 yıl önce) büyük bir doğa felaketinden sonra yerle bir
olmuştu.Flem-Ath çifti, doğa felaketleriyle Atlantis’ in yok oluşunu birbirine
bağlayan ilk kişiler değildi.Amerikalıların efsaneleri uzak doğudakilerle
benzerlik gösteriyor, Yahudi ve Hristiyan incilleride aynı ayrıntıları
taşıyordu.Bir tsunami sonrası yok olan bir ülke.


Rand Flem-Ath 1976’da Charles Hapgood’un “Eski
deniz kırallarının haritaları” adlı kitabını okudu.birden Antartika’da eski bir
uygarlık olabileceği fikri ile heyecanlandılar.Daha sonra Antlantis’i arama
macerasına atıldılar.
1982’deki ölümüne kadar 5 yıl boyunca Hapgood tarafından bilgisel olarak
desteklendiler. Londra’da oturdukları zamanlar kitapları”gökyüzü düştüğünde”
için bir çok araştırma yaptılar.
ESKİ TEORİLER
Flem-Ath çifti, Atlantis’ in Atlantik’ te ve Akdeniz’ de olduğu
hakkındaki teorileri çok iyi incelemişlerdi.Ve başka ihtimaller üzerinde
durmaları gerektiğinide görmüşlerdi.Onların yeni teori için çıkış noktası, 1953
yılında Amerikan akedemisyeni Charles Hapgood tarafından öne sürülen ve sadece
Albert Einstein tarafından desteklenen jeolojik bir teoriydi.
Hapgood, bir zaman sonra artan ağırlığı sebebiyle, kutup buzunun
kara parçalarına doğru, bir portakal kabuğunun meyve üzerinde kayması gibi,
kayacağına inanıyordu.O, bunu, “yer kabuğunun yer değiştirmesi” şeklinde
adlandırıyordu. 1958 yılında “kayan yer kabuğu” adlı kitabını yazdığında Albert
Einstein bir cevap yazdı.
Günümüzde bu, bilimadamları tarafından “kıtaların hareketi ve
tektonik haraketler” olarak adlandırılmaktadır. Fakat böyle büyük kara
parçalarının kayması her 1 milyon yılda ancak 16 km. olmaktadır.Hapgood, daha
radikal bir şeyle geldi.Ona göre, kara parçası aniden hızlı ve yok edici bir
şekilde haraket edebilirdi.Bu batık uygarlıklar böyle ortadan kaybolmuşlardı.

Plato’nun Atlantis hikayesinin temeli Mısırlı
Rahiplerin Solon’a anlattıklarına dayanıyor. Atlantis’in başkenti halkalardan
oluşan bir görünüme sahipti. Buradaki yaşama merkezleri, dükkanlar ve kraliyet
arazisi birbirine bağlanmıştı.
KAÇIŞ
Eğer 10.000 yıl önce, bu kadar gelişmiş özelliğe sahip uygarlık
var olduysa,böyle bir felaketin gelişini görebilmeleri ve bir kaçış ve tahliye
planı yapmış olabilmeleri gerekiyor.
Diğer yandan, başka bir ihtimalle, topluluktan bazı insanlar
büyük dalgaların ulaşamayacağı yüksek yerlere kaçmş olablirler.Böyle yüksek
yerler, And dağlarındaki Titicaca gölü civarı ve Taylan’ ın ve Etyopya’ nın
yüksek yerleri olabilir.Bu yerlerde tarım kendiliğinden M.Ö. 9600 yıllarında
ortaya çıkmıştır.Bu tarih, Flem-Ath çiftinin dikkatini çekti. Aynı zaman
dliminde Plato’ nun bahsettiği Atlantis sulara gömülmüştü.Bu tarım olayı acaba
Atlantis’ ten kurtulanlar tarafından başlatılmış olabilirmi?
resme tıkla büyült
Piri Reis’in haritasının temel alındığı kayıp
eski haritalar denizcilikle uğraşmış bir uygarlığın eseri olmalıdırlar. Harita
Afrika’yı, Güney Amerika’yı ve Bugün buzlarla kaplı olan Antartika’yı
göstermektedir.Harita yarım dereceye kadar hassasiyetle çizilmiştirki bu 1735’ e
kadar imkansız görünüyordu.
resme tıkla büyült
Oronteus Finaeus’un yaptığı haritada eski
haritalardan temel alınarak yapılmıştı.Bu haritada Antartika (sağdaki kara
parçası) dağlar ve nehirlerle birlikte çizilmişti.Buda gösteriyorki Antartka
buzlarla kaplanmadan önce, insanlar tarafından ziyaret edilmiş hatta yaşama
mekanı olarak kullanılmıştır.Bu kıta “modern insan” tarafından ancak 1820
yılında keşfedilmiştir.
HARİTALARIN GİZEMİ
Şöyle bir düşünelim. Bu felaketten kurtulan insanlar,
kendileriyle birlikte başka şeyleri batık ülkelerinden kurtarmış olabilirler
mi?Böyle bilgi parçaları daha sonraki insanların eline geçmiş olabilir mi?
Mesela eski haritalardan yararlanarak kendi gizemli haritasını 1513’ te yapan
büyük denizcimiz Piri Reis gibi. 1956 yılında harita Hapgood’ un masasına
gelince önemi ortaya çıktı.
1513 yılında yapılmasına rağmen harita nasıl oluyorda Güney
Amerika sahillerini gösteriyordu? Ve bir bölümü haritada çizili olan Antartika
ancak 1820 yılında keşfedildi. Daha sonra haritanın incelenmesi için Amerikan
Hava Kuvvetleri’ ne ( USAF ) gönderdi. 1949 yılında yapılan ve Antartikanın
buzlarla kaplı olmadan önceki halini gösteren haritayla Piri Reis’ in haritasını
karşılaştırdıklarında, ikisininde aynı olduğunu gördüler.
Varılan sonuca göre, Antartika’ nın deniz kıyısındaki
bölümlerini gösteren haritadaki kısım, bu bölgenin buzlarla kaplanmadan önceki
halini gösteriyordu.Şu anda aynı yerdeki buz kalınlığı 1,5 km. dir.
Anlayamadığımız nokta, nasıl oluyorda 1513’ deki coğrafya bilgisiyle yapılan
böyle bir harita günümüz bilgisiyle yapılan haritalarla aynı oluyor?
Bu arada Hapgood diğer bir “imkansız haritayı” incelemeye ald.Bu
harita 1531 yılında Oronteus Finaeus tarafından yapıldı.Bu harita Antartika’ yı
dikkati çeken detaylı bir şekilde, dağlarıyla, ovalarıyla ve nehirleriyle
gösteriyordu.Bu detaylar 1949 yılında yapılan haritayla ve Plato’ nun 2000 yıl
önce yazdıklarıyla uyuşuyordu.
Bu haritalar gerçek.Bu haritaların yararlandığıo daha eski
haritaların günümüz teknolojisine ve bilgisine tarihin çok daha eski
zamanlarında erişmiş br topluluk tarafından yapıldığı akla gelen ilk önyargısız
çözümdür. Kendisini geliştirebilmesi için bu topluluğun bulunduğu kıtanın ılıman
bir iklime sahip olması, topluluğun yiyecek ihtiyacını karşılaması açısındanda
gereklidir. Eğer Antartika’ yı 3200 km. kuzeye kaydırırsanız, bunun sonucunda
denizci bir topluluktan bahsedebiliriz.

Eğer dünya kabuğu 10.000 yıl önceki gibi 3200 km.
yer değiştirirse Antartika bölgeside kayacaktır.Bu noktadan yola çıkarak,
Plato’nunda bahsettiği Atlantis gibi Antartika’da okyanuslarla çevrili bir yer
oluyor.

Bilimadamları Antartika yüzeyinden reinlere doğru
borularla aldıkları buzkalıplarını inceliyorlar.Buna göre M.Ö. 4000 yıllarında
Antartika’da nehirler akıyordu.Oronteus Finaeus’ un haritasında belirtildiği
gibi.

Piramitlerin konumu Orion takım yıldızındaki
yıldızların M.Ö.10.450’deki konumuyla aynı. Buda gösteriyorki bizim bilmediğimiz
tarih dönemlerinde bazı uygarlıklar teknolojik bakımdan oldukça gelişmiş
olabilirler.
MISIR İLE BAĞLANTI
M.Ö. 10.000 yıllarında teknolojik olarak gelişmiş bir uygarlığın
varlığı, bugün bütün dünyada karşımıza çıkan gizemli eski yapıtları
açıklayabilir.Bunlar, Aztekler ve Mayalar tarafından kurulmuş olan Güney ve Orta
Amerika’ daki antik şehirlerdir. Onların bilgisinin temel alındığı eski bilgiler
Atlantis’ in hayatta kalanlarındanmı gelmişti?
Plato’ nun Atlantis hikayesi Eski Mısır’ada uygulanabilir. Bu
eski uygarlık piramitleri inşa etme bilgisine sahipti.Bazı arkeolojik kanıtlar,
Sfenks’in sandığımızdan çok daha eski olduğunu gösteriyor.Yüzündeki yağmur
erezyonu bunun en az 10.000 yıl önce yapıldığını gösteriyor.
Bilim adamları ayrıca piramitlerin konumunun Orion yıldız
takımının bir kopyası olduğunun farkına vardılar.Fakat bu günkü konumunun değil
M.Ö. 10.450 yılındaki konumunun bir kopyasıdır. Yıldızlar her yıl biraz yer
değiştiriyorlar.Çünkü dünya çevresinde düzgün bir şekilde dönmüyor.Sanki
merkezine göre biraz sallanıyormuş gibi haraket ediyor.


Antartika’daki Ross Island’da bulunan aktif
volkan Erabus Dağı, Atlantislilerin muhtemel enerji kaynağı vazifesini görmüş
olabilir.Bitki fosillerinin gösterdiğine göre Antartika bir zamanlar ılıman bir
iklime sahipti.
GEÇ KALAN FELAKET
Bu yerkürenin “sallanması”, manyetik kutupların kaymasına yol
açıyor. Her 500.000 yılda bir dünyanın manyetik kutupları yer değiştirmektedir.
Sonuncusu 780.000 yıl önceydi. Ve bu yüzden bilimadamları bir sonraki kaymanın
çok geciktiğini belirtiyorlar.
Bu kutupların yer değiştirmesi, birden bire olacak ve çeşitli
doğa felaketlerine yol açacaktır.Burada Hapgood’ un teorisini hatırlıyoruz.Neyse
bunu zaman gösterecek.
Bu konuyu okuyanlar bunlarıda okudu
Mu Kıtası
Yonaguni, Japonya Japon dalgıçların Pasifik'te, Yonaguni Jima açıklarında, deniz dibinde keşfettikleri devasa piramitten görüntüler." (Masayuki Kimura'nın tezine dayanarak yapılan araştırma)
Mu, Büyük Okyanus'ta yer aldığı iddia edilen. [1] efsanevi batık kıta. Bilim çevrelerinde levha tektoniği konusundaki bilgi birikimi sayesinde Atlantis gibi bir efsane olduğu konusunda görüş birliği[vardır. Levja tektoniğine göre kıtaları oluşturan SiAl (silisyum/alüminyum) kayalar, okyanus diplerini oluşturan SiMG (silisyum/magnezyum) kayalar üzerinde "yüzerler". Büyük Okyanus dibinde Mu kıtasını kanıtlayacak herhangi bir SiAl kayya rastlanmamıştır.[kaynak belirtilmeli]
Mu Kıtası varsayımının bilimdeki kabul derecesi [değiştir]
İlk kez James Churchward tarafından ortaya atılan[1], [2]geçmişte üzerinde ileri bir uygarlığın bulunduğu, Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge[3] ve bulgular [4] mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüş veya bir varsayım olmaktan öteye gidememiştir. Türkler'in de Mu Kıtasından geldiği söylentileri de varsayım olarak eklenmiştir. Mu Kıtası, Türkiye'nin ilk cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk'ün talimatıyla kurulan bir ekip tarafından araştırılmıştır.
Churchward'un İddiası [değiştir]
Churchward'un iddia ettiğine göre [5]Mu uygarlığını araştırmasına başlaması, Batı Tibet'teki, adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri'ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre,[6] bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiştir. Churchward sonraki yıllarda, mineralog ve arkeolog olan Dr. William Niven tarafından Meksika'da ortaya çıkarılan tabletler üzerinde çalışmıştır. Churchward’a göre,[7] Mexico City yakınlarında 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet’te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı. Churchward’a göre [8]bu tabletler 12.000 yıldan daha eskiydi.
Varsayımı savunanların görüşleri [değiştir]
Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek Mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve Mu varsayımını destekleyenlerin Mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir:
- Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.[9]
- Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı.[10]
- Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.[10]
- Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.[11]
- Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu'lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.[12]
- Mu dininin öğretimini Naakaller adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı.[13]
- Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu.[14]
- Atlantis’teki din Mu’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir.[15]
- "Ra" sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, "O" diye hitap ettikleri Tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi. Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmıştır.[16]
- Dört ırktan oluşan Mu'lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı..[17]
- Mu'lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler.[18]
- Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler Mu'lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu.[19] (Bu, Churchward’un değil, bazı izleyicilerinin görüşüdür).[20]
- Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır. (B.Ruhselman’a göre)[21]
Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine (örneğin Uygur İmparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar[kaynak belirtilmeli] Mu varsayımını savunanlar arasında da genel geçer kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur.
İleri sürülen kaynaklar [değiştir]
Churchward'un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar şöyledir:
- Dr. William Niven'in 1921-1923 yılları arasında keşfettiği, günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan 2600 tablet.
- Yucatan'da hazırlanmış eski bir Maya kitabı olan 'Troano El Yazması'. British Museum'da bulunmaktadir.
- Bir başka Maya kitabı olan Cortesianus Kodeksi. Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadır.
- Paul Schlieman tarafından Tibet'teki bir Budist tapınağında keşfedildiği ileri sürülen “Lhassa Belgesi”.
- Yucatan'da (Meksika) Churchward’un batan Mu kıtasının anısına inşa edilmiş olduğunu ileri sürdüğü Uxmal tapınağı'ndaki yazıtlar. Bu tapınaktaki yazıtlarda “geldiğimiz yer olan Batı ülkelerinin anısını korumak için inşa edilmiştir” ifadesi bulunmaktadır.
- Meksiko şehrinin 96 km. güneybatısında yer alan Xochicalo Piramiti yazıtları. Bu piramit, üzerindeki yazıtlara göre, “Batı ülkelerinin yıkımının anısına” inşa edilmiştir.
- Perezianus ve Dresden kodeksleri.
Auguste Le Plongeon ve Brasseur de Bourbourg adlı araşturmacılar da Churchward'la aynı dönemde Mu konusunda araştırmalarda bulunmuşlardır; kimilerine göre[22] konuyu ilk kez Le Plongeon gündeme getirmiştir. Arkeolog Egisto Roggero, baron D’Espiard de Cologne, Hans S.Santesson, J.Churchward’dan sonra konuyla ilgilenen önemli araştırmacılar arasında sayılırlar. Mu araştırmacılarına göre, Büyük Okyanus'daki, Mu kıtasından arta kalan, çoğu insanlarca meskun olmayan adalardaki devasa kalıntılar da Mu varsayımını destediği iddia edilmektedir. [23]
Mu uygarlığının varlığını desteklediği öne sürülen çeşitli bulgular şunlardır:
- Büyük Okyanus'un tabanında sıradağların uzandığı Pacifica plakasının keşfi.Büyük Okyanus taban analizi haritası,National Geographic
- Polinezya Adaları'nda yapılan araştırmalarda üzerinde insan yaşamayan adalardaki mağaralarda bir milyon yıllık resim ve kabartmalara rastlanmıştır.
- Mikronezya’nın Carolin Adaları'nda az nüfuslu yerlilerin yapamayacağı dev kalıntılara rastlanmıştır.
- Carolin Adaları'ndan, üzerinde az sayıda yerlinin yaşadığı Ponape Adası’nda duvarlarının yüksekliği 10 m.yi aşan bir tapınak, yontulmuş muazzam bazalt blokları ve bir piramit keşfedilmiştir. II. Dünya Savaşı'ndan önce Ponape kıyılarına dalan Japon dalgıçlar, deniz dibinde mercanlarla kaplı caddeler, taş kubbeler, sütunlar, taş anıtlar, ev kalıntıları, yazılı taş levhalar ve platin tabutlar gördüklerini bildirmişler ve bir miktar platin çıkarmışlardır. Ponape buluntuları
- Ponape’den fazla uzakta olmayan Nan Madol Adası’nda çoğunun ağırlığı on tona varan binlerce bazalt sütun bulunmakta, bunlardan kurulu yapı ada dışına taşıp denizaltında devam etmektedir. Nan Madol buluntuları
- Paskalya Adası’nda kimileri 50 ton ağırlığında, kimileri 33m. boyunda yüzlerce dev heykel bulunmaktadır ki, adada yaşayanlarca yapılması imkansız olduğu iddia edilen bu heykellerin bazılarında bir yazıya sahip olmadıklarından yerlilerce okunamayan yazılı tabletler bulunmaktadır. ABD, ilk atom denizaltısı sulara açıldığında, Paskalya açıklarında deniz dibinde normal-dışı bir dağ oluşumunun saptandığını açıklamıştır. Aynı açıklama bir süre sonra Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof.H. W. Menard’dan gelmiştir.Paskalya heykellerinin büyüklüğü
- Tonga Tabu Adaları'nda her biri 70 tonluk taştan oluşan bir kemer ya da anıt bulunmaktadır. Bu adalara en yakın taş sağlanabilecek yer 250 mil ötededir. Tonga Tabu ,Tinian,Nan Madol, Tahiti,dev kalıntılar ve piramitler
- 1938’de Bruce ve Sheridan Fahrestack kardeşler Fiji Adaları’ndan Vanua Levu’da bilinmeyen harflerle kazılı 40 tonluk bir monolit buldular.
- Tinian Adası'nın her yerinde dörtgen tabanlı piramitler ve sütunlar bulunmaktadır. Tinian Piramidi
- Batı Samoa’da,Guam Adası'nda ve Kingsmill’de piramitler bulunmaktadır. Batı Samoa piramidi
- Ponape’nin 120 mil batısında Swallow Adası'nda piramitler bulunmaktadır.
- Pitcairn Adası’nda dev heykeller bulunmaktadır. Pitcairn heykelleri
- Tahiti’nin batısındaki Cook Adaları'ndan Rarotonga ve Mangaia’da devasa taşlarla yapılmış, yaşı bilinmeyen bir taş yol bulunmaktadır. Her iki adada da taş ocağı yoktur.
- Marshall Adaları’nda, Kusal’da duvarlarla desteklenmiş kanallar keşfedilmiştir.
- Borneo'da 38.000 yıllık kumaş parçaları bulunmuştur.
- Cambier adasında Mısır mumyalarından daha eski mumyalar keşfedilmiştir.
- Rimatara’da 20 m.’lik sütunlara rastlanmıştır.
- Rapa’da dev kale ve heykeller bulunmaktadır.
- Marianne Adası’nda koni biçimli mermer sütunlar bulunmaktadır.
- Lele'de dev duvarlar bulunmaktadır.
- Kuki'de dev kalıntılar bulunmaktadır.
Ancak bu iddiaların hiçbiri bilimsel yönden Mu efsanesine kanıt sağlamamaktadır.
Mu'dan yapılan göçler [değiştir]
Mu araştırmacılarına göre, [24] [25] Mu kıtasından her kıtaya göçler yapılmışsa da başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika'ya, Orta-Asya'ya, Mısır ve Anadolu'ya yapılmıştır. Churchward'a göre [25] [26] 70.000 yıl önce mevcut olan Uygur imparatorluğu Avrupa içlerine kadar uzanmaktaydı. Uygur imparatorluğu birine Churchward'un manyetik felaket adını verdiği iki büyük doğal afetle (-diğer afet dağların yükselmesidir-) darbe yemiş ve sağ kalanlar aralarında Avrupa'nın birçok kavminin de bulunduğu çeşitli ari kavimleri oluşturmuşlardır. Kimilerine göre [27],Mu ya da Orta-Asya kökenli bu kavimlerin hemen hemen hepsinde (yaklaşık 40 dilde) telaffuzları az çok ufak farklarla, "baba" anlamına gelen ata sözcüğü mevcuttur. Churchward Uygurlar'ın torunları olan bu kavimlerden bazıları olarak Keltler'i, Basklar'ı ve Asyalı İskitler'i sayar. [25] [28] Yine Churchward'a göre[25] [29] Osiris Mu kıtasında eğitilmiş, Atlantis'te reform yapmış, Atlantis'li bir bilge ya da peygamberdir; öğretisi sonradan "Osiris dini" adını almış olup Hermes-Thot tarafından Mısır'a getirilmiştir. ABD’nde “uyuyan peygamber” lakabıyla anılmış Edgar Cayce’in “akaşik okumalar”ına göre, Atlantis gibi Mu kıtası'nın da batmasına neden olan etken, Atlantisliler'den satanik yol mensuplarının, ellerindeki nükleer güçleri yıkıcı amaçlarla kullanmaları yüzünden yerkabuğunun dengelerini bozmalarıydı. [30]
Tahsin Mayatepek'in araştırmaları [değiştir]
Atatürk, 1930’lu yıllarda James Churchward'un kitaplarından haberdar olur olmaz onun kitaplarını getirtmiş ve içerdiği bilgileri en kısa zamanda öğrenebilmek için bu kitapları 60 çevirmene kısım kısım taksim ederek hızla çevirtmiştir. [31]Ardından Tahsin Mayatepek'i Meksika’ya elçi olarak göndermiştir. Meksika’da Maya kültürünü inceleyen Tahsin Mayatepek, incelemeleri sonuncunda çok sayıda sözcüğün Türk ve Maya dillerinde aynı olduğunu saptamıştı. [31]Bu sözcüklerden biri de Türkçe’deki “tepe” sözcüğüydü (Maya dilindeki karşılığı “tepek” idi ve tepe anlamına geliyordu). Bunun üzerine Atatürk Meksika’ya elçi olarak atadığı Tahsin beyin soyadını “Mayatepek” olarak değiştirmiştir.[32]Fakat Tahsin Mayatepek’in iki kültür arasında bulduğu ortak noktalar sözcüklerden ibaret değildi; her iki kültür arasında, Mayalar’ın ayyıldızlı davullarından, Şamanik kültüründen, kilim desenlerinden, sembollerinden tüy takma alışkanlıklarına kadar pek çok ortak nokta mevcuttu.[kaynak belirtilmeli] Tahsin Mayatepek, çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik bir defter halinde toplayarak Atatürk'e gönderdi. [31]Bunların ikisi 1970'lere kadar TDK kütüphanesinde bulunuyordu[kaynak belirtilmeli] (No:57-56) Üçüncü defter kayıptır. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapınaklarda da benzerlikler bulunduğu belirtiliyordu.[kaynak belirtilmeli]
Tahsin Bey, 1932 senesinde Atatürk’le kendi aralarında yaptığı sohbetlerden birinde kayıp kıta Mu ve Mayalardan bahsetmişti. Bu sohbet, bir süredir bu konuda belirgin biradım atmayı düşünen Atatürk’ü harekete geçirecekti.[kaynak belirtilmeli]
Tahsin Bey, Atatürk’ün isteğiyle 1935 senesinde Meksika Büyükeliçiliği’ne atandı. Ancak Büyükelçi Tahsin Bey’in Vazifesi çok daha farklıydı; Mustafa Kemal Atatürk Tahsin Bey’i Mu Kıtası, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmakla görevlendirmişti. [31]
Pek çok dilde ortak bir sözcük [değiştir]
Kimi araştırmacılara göre Türkçe'de "baba" anlamına gelen ata sözcüğünün az çok ufak söyleniş farklarıyla dünyanın farklı kıtalarında yaşayan kavimlerin dillerinde bulunması ve bunların hepsinde yine "baba" anlamına gelmesi, bütün bu kavimlerin geçmişte ortak bir kökeni olduklarını ortaya koymaktadır. Baba anlamına gelen birbirine yakın sözcüklerden ve kullanıldıkları dillerden bazıları 1936’daki Türk Dil Kurultayı’nda şöyle saptanmıştır:
- • Uygur,Koybal,Kazan,Kırgız ve Batı lehçeleri...........Ata
- • Kuman, Televüt lehçeleri.......................................Atta
- • Çuvaşça..............................................................Atey
- • Kazanca.............................................................Etey,ata
- • Altayca...............................................................Ada
- 2- Ön-asya Dilleri:
- • Sümer dili...........................................................Ad,adda
- • Elam dili.............................................................Atta
- • Mitanni dili .........................................................Atta(i)
- • Hitit dili...............................................................Atta
- • Luwi ..................................................................Tati
- 3- Hint-Avrupa Dilleri:
- • Grekçe...............................................................Atta
- • Latince...............................................................Atta,atavus
- • Got....................................................................Atta
- • Eski Nort............................................................Atte
- • Eski Yukarı Almanca...........................................Atto
- • Eski Slavca........................................................Atetz
- • Polap dili............................................................Otay
- • Orta İrlanda dili....................................................Aite
- • Votyak dili..........................................................Atay
- • Macarca.............................................................Atya
- 4- Diğer dillerde:
- • Kalmuk dili.........................................................Atey
- • Bask dili............................................................Aita
- • Eskimo dili.........................................................Atatak
Charles Berlitz'in saptadığı baba anlamlı sözcükler ve kullanıldıkları diller: [değiştir]
- • Malta................................................................Tata
- • Welsh...............................................................Tad
- • Roumani...........................................................Thatha
- • Fiji....................................................................Tata
- • Samoa..............................................................Tata
- • Tagalog.............................................................Tatay
- • Quechua kızılderilileri.........................................Taita
- • Dakota (Siu) kızılderilileri....................................Atey
- • Nahuatl kızılderilileri...........................................Tata,tahtli
- • Seminole kızılderilileri.........................................İntati
- • Zuni kızılderilileri................................................Tatçu,taççu
- • Hurri dili............................................................Atai
- • Kuzeydoğu Kafkas dilleri………………................Ada
- • Rusça..............................................................Atets
- • Etrüsk..............................................................Apa,ate
Ayrıca bakınız [değiştir]
Mu Kıtası üzerine yazılan kitaplar [değiştir]
- James Churchward, Books of the Golden Age (1927)
- James Churchward, The Lost Continent of Mu (1931)
-
- Türkçe çevirisi: Kayıp Kıta Mu, Ege Meta Yayınları (2000)
- James Churchward, The Children of Mu (1931)
-
- Türkçe çevirisi: Batık Kıta Mu'nun Çocukları, Ege Meta Yayınları (2001)
-
- Türkçe çevirisi: Mu'nun Kutsal Sembolleri, Ege Meta Yayınları
- ^ a b MU-1,URL erişim tarihi: 25 Haziran 2008,MU-2, Kayıp Kıta MU,Ege Meta Yayınları.Mu'nun Kutsal Sembolleri,Ege Meta Yayınları.Batık Kıta Mu’nun Çocukları, Ege Meta Yayınları
- ^ The Lost Continent of Mu
- ^ -Mu- Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.19-20
- ^ Pacifica kıtası hakkında bilimsel makaleler-1,Pacifica Kıtası hakkında bilimsel makaleler-2, Pacifica kıtası hakkında jeofizikçilerin bilimsel varsayımları/google,Pasifica-1,Pasifica-2,Pacific Ocean Floor Map,the ancient underwater pyramid
- ^ Kayıp Kıta MU,Ege Meta Yayınları.Mu'nun Kutsal Sembolleri,Ege Meta Yayınları.Batık Kıta Mu’nun Çocukları, Ege Meta Yayınları,s.251-268
- ^ Batık Kıta Mu’nun Çocukları, Ege Meta Yayınları,s.251-268.-Mu- Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,Bilim araştırma Merkezi Yayınevi, s.14,Bad Archeology/Mu
- ^ Niven,William,William Niven,Loren D. Adams Museum
- ^ Kayıp Kıta Mu, Ege Meta Yayınları,s.385
- ^ Kayıp Kıta Mu, Ege Meta Yayınları,s.57
- ^ a b MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.12
- ^ Tro-Cortesianus elyazmasındaki bir metni Augustus Le Plongeon şöyle çevirmiştir: “Altıncı Kan yılında, Zac ayının 11. Muluc’unda başlayan yer sarsıntısı 13 Chuen’e kadar sürdü. Mu ülkesi kara parçası iki kez kalkıp kalkıp suya girdi, gece sulara gömülüp gözden kayboldu. Yeraltı ateşleriyle sürekli olarak sarsıldı, çeşitli yerleri yeniden yükselip battı. Sonunda parçalandı ve bu kitabın yazılmasından 8.060 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömüldü.” (-MU- Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık, Salt, Alparslan ve Sarıkaya, Haluk Egemen,Bilim Araştırma Merkezi Yayınevi,1978,İstanbul,s.90)“The World of the Maya”, p.156, The World of Maya/ Sam Osmanagich/ The Maya between Lemuria and theYear 2012,Mu Map,Churchward’s hypothetical geological structure of hydrocarbon gases underlying the lost continent of Mu
- ^ Kayıp Kıta Mu, Ege Meta Yayınları,s.122-125,MAP OF THE GREAT UIGHUR EMPIRE, Mu,Uighur Empire and Migrations,Uighur-Churchward/Photos and maps
- ^ Mu'nun Kutsal Sembolleri,Ege Meta Yayınları.-MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.48
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.52,48
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.58,59
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.36,58,59,60
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.34,35
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.39
- ^ Astral Seyahat olağanüstü bir yetenek değil, gerekli çalışmalar ve konsantrasyon sonucu her insanın başarabileceği ruhsal bir çıkıştır.
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.39,40,108,115,116,117,128
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.96-98
- ^ J.C. ; Le Plongeon and J.C.
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s.25-32. Theories about Lemuria ; Evidence of Lemuria or Mu ; The Sacred Symbols of Mu
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s. 64-80.
- ^ a b c d Kaybolmuş Mu Kıtası, 1934 çevirisi; Mu Kıtası ve Kıt'anın (11.500) Yıl Önce Pasifik Denizine Ne Surette Battığı Hakkında İzahat 3. Kısım;Amerika'daki Yerli Kabilelerden Birkaçının Dillerinde Bulduğum Türkçe Sözler; Mu’nun Mukaddes Sembolleri,1934 çevirisi;Mu’nun Çocukları,1934 çevirisi
- ^ Kayıp Kıta Mu, Ege Meta Yayınları,s.122-125,MAP OF THE GREAT UIGHUR EMPIRE, Mu,Uighur Empire and Migrations,Uighur-Churchward/Photos and maps
- ^ Semboller Ansiklopedisi,Ruh ve Madde Yayınları,s.59
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s. 86
- ^ -MU-Tarih-öncesi Evrensel Uygarlık,s. 58-61
- ^ Cayce’s Vision of Atlantis
- ^ a b c d Kayıp Kıta Mu, Ege Meta Yayınları,İzmir,2000,s. 17-19
- ^ Spiritüalizm Ruh Ansiklopedisi, Kuday, İ. L. ve Akay, A. Sevil. Gayret Kitabevi İstanbul, 1950,s.77
Dış bağlantılar [değiştir]
Türkler ve MU Uygarlığı
Bu konuda ilk ciddi araştırmayı yapanın Atatürk olduğunu biliyormuydunuz?
bu konudaki yazıları okumanızı tavsiye ederim.
bir laf vardır hoşuma giden "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın"..demekki daha çok öğreneceğimiz var..
Işık yüzlü bir hanımefendi... 90 yıllık bir hayat... Muazzez İlmiye Çığ... Cumhuriyet'te Ayça Tezer soruyor... İşte söyledikleri... Can kulağı ile dinlenilmeli...
"Atatürk bize bir yol açmıştı. Batı'yı taklit etmeden, ama örnek alarak modernleşmemizi istiyordu. Ama onun ardından her şey tersine döndü."
Evet, değerli Çığ, aynen öyle oldu. Batı'yı taklit ettik, ama örnek almayı terk ettik... Yaptıklarını değil, dediklerini yaptık... Onlar da çıkarlarına ne uygunsa bize onu yaptırdılar.
Hocamız umutlu..."Bakıyorum gayet akıllı, ülkemizi düşünen çocuklar yetişiyor. Onları ülke sevgisine, Türklük araştırmasına yönlendirmek gerekiyor." Bunlar bilgece sözler...
Şimdi değerli bilginimizin şu sözlerine de derinden ve uyanık bakalım: "1920'lerden sonra Pakistan ve Hindistan'da İndus kültürü bulundu. Burada bulunan yazılar uzmanlar tarafından okunamadı. Çünkü dil, mühür damgaları gibi simgelerden oluşuyor. Ben o yazıları Etrüks ve Orhun yazılarıyla karşılaştırdım. İşaretler birbirinin aynısıydı. Acaba onlar Türk yazısının bir başka çeşidi miydi? Acaba Sümerlerle onlar arasında bir bağlantı var mı?"
YA KAZIM MİRŞAN
Muazzez İlmiye Çığ 90 yaşında. Kazım Mirşan da seksenini geçti. Eskişehir Yazılıkaya'da yaptığımız törende tepeye çıkarken genç bir bozkurt gibi tırmanıyordu. Heyecanlıydı, sevinçliydi. "Okunamıyor" denilen yazıları okumuştu ve Türkçe olduğunu ortaya koymuştu...
Kazım Mirşan Hoca, Romanya'daki Attila hazinesi yazıtları, Proto-Bulgar yazıtları, Sırbistan'daki Vinça-Tartaria yazıtları, İtalya ve Avusturya'daki Etrüks yazıtları, Fransa'daki Glazel yazıtları, Başkurdistan yazıtlarını okudu... Bunlar Türkçe idi... 2002'nin onuncu ayında İsveç'e gitti ve İskandinavya yazıtlarını okudu. Bunlar da Türkçe...
Bunlar binlerce yıldan bu yana Türklerin sadece Asya'da değil, Avrupa'da da uygarlık kurmuş olduklarını gösteriyor.
ATATÜRK VE MAYALAR
Peki... James Churchward'ın "Batık Kıta Mu Uygarlığı"na ait dört cilt halinde yayınlanan eserinde 12.000 yıl önce Asya ve Avrupa'yı Uygur İmparatorluğu'nun yönetmiş olduğu görüşüne ne dersiniz?
Uygurlar Mu İmparatorluğu'nun devamıydı... Mu'lar ise insanlığa uygarlığı öğreten millet... Mayalar ise Mu'ların devamı...
Atatürk'ün Mu ile ve Mayalarla ilgilendiğini biliyorsunuz...
Mayaların dillerinde çok çok Türkçe söz olduğunu Atatürk biliyordu. Bir meraklı emekli paşayı Meksika'ya maslahatgüzar olarak gönderdiğini ve ona Mayaları inceleme görevi verdiğini ve Tahsin Paşa'nın soyadını da Mayatepek yaptığını da biliyor muydunuz? "Tepek" Mayaca'da "tepe" demek...
Bakınız manzaraya...
Mu ilk uygarlık... Devamı Uygurlar... Kazım Mirşan "Ön-Türkler" diyerek ve yazıtları okuyarak boşluğu dolduruyor... Sümerler yedi bin yıl önce... "Tarih Sümer'le başlar" diyenler var. Muazzez İlmiye Çığ, Sümerlerin Türk olduğunu biliyor. Atatürk de...
Sonra Sakalar, Hunlar, Göktürkler ve devamı... Ne demişti ulu ata Bilge Kağan:
"Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında ortasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlunu yönetsin diye Atam Bumin İstemi Kağan yaratılmış."
Ne yapmış Bumin Kağan? Önce Türk'ü Töre'ye göre yeniden kurmuş... Atatürk'ün yaptığı da bu idi...
Şimdi yapılması gereken ne? Atatürk'ün Türk'ünü bilmek ve Töre'ye göre yeniden düzenlemek.
Mu,yani Güneş İmparatorluğu; eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanı olduğu,Pasifik Okyanusu'nda,Asya ve Amerika kıtalarının ve Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde ve günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonucu battığı sanılan hipotetik kıta.
Ezoterik kaynaklara göre İnsanoğlunun ana vatanı (dünyanın en eski yerleşim merkezi), din, mitoloji, efsane, destan ve sembollerin doğduğu yer. Yine aynı kaynaklara göre, bu kıta yaklaşık 70.000 yıl önce üzerinde yaşayan 64 milyon insanla birlikte sulara gömülerek yok olmuştur.Bazı araştırmacı bilim adamları dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunmuş olan tabletlerdeki yazı ve sembollerin ezoterik bilgileri kanıtlar nitelikte olduğunu ileri sürmektedirler.
Güneş İmparatorluğu'nun Mu dilindeki adının U-luum-il şeklindeki bileşik kelimeden türeyen bir isim olup:Arazi,İl,Kudret,Devlet anlamına geldiği ifade edilmektedir.
Mu'nun Yeri
Günümüzde bu bölgede yer alan ada ve adacıklar bu kıtadan arta kalanlardır. İşin ilginç tarafı on iki bin yılın bu medeniyetin batış tarihi olması, bu medeniyetin başlangıcının çok daha eskilere dayandığını göstermektedir. Ayrıca bu medeniyetin Atlantis Medeniyetinden önce ve Atlantis'in bu medeniyetin mirasçısı olduğu söylenmektedir.
Churchward ve Niven'in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu.Churchward'a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürmektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu; zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluşturmuştur.
Mu'da İnanç
Tüm insanlar büyük bir uyum içerisinde ve tek tanrı inancı ile yaşamaktaydı. Tanrının tek olduğu güneş sembolü ile ifade edilmekteydi ve bu dildeki adı Ra idi. Onun için Mu uygarlığına Güneş İmparatorluğu da denilmekteydi. Rahip-kral olarak görev yapan liderlerine Ra-Mu, bilim adamı da olan rahiplerine Naacal denilmekteydi. Ra adının daha sonra Maya ve Mısır dillerinde de aynı anlamda kullanıldığını görürüz.
Churcward'ın Kaynakları
Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen Naacal Tabletleri ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 1921–23 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur.Bu taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.
Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kıtasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yıl çalısmıst bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayınlamış bir uzmandi.
Bu tabletler daha ziyade resimlere benzeyen bir yazı stili kullanılmıştır. Adı geçen Rahip, İngiliz Albaya bu tabletleri okuyup anlaması için Sanskritçe öğrenmesi gerektiğini, bunun da yeterli olmayacağını ve eski bir dil olan Naga-Maya dilini de öğrenmesi gerektiğini söyler. Naga-Maya dilini bu rahip bilmektedir ve Churchward, Rahipten bu dili öğrenmekle işe başlar. Neticede bu dilleri öğrenir ve tabletlerdeki yazıları büyük oranda çözer. Albay bu tabletleri çözmek için çok zaman harcar. Daha ziyade emekliliğinden sonra çalışmalarını bu alana teksif eder. Ancak yazıların bazı yerleri deforme olmuş, bazı tabletler de kaybolmuştur. Bunun için metinlerde anlam bütünlüğü bozulmaktadır.
1.Yukatan'da hazirlanmis eski bir Maya kitabi olan 'Troano El Yazması'. Bugün British Museum'da bulunmaktadir.
2.Troano El Yazmasiyla ayni yaşta olan bir baska Maya kitabi 'Cortesianus Kodeksi'dir. Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadir.
3.Paul Schlieman tarafından Tibet'te bir Budist tapınağında bulunan 'Lhasan Belgesi'.
4.Yukatan'da Mu Kıtası anısına inşa edilmiş Uxmal Tapınağı'ndaki Yazıtlar yaklaşık 12.000 yıllıktır. Bu tapınakta:
Geldigimiz yer olan Bati ülkelerinin anisini korumak için insa edilmistir, diye kabartma yazılar bulunmaktadir.
5.Meksiko şehrinin 96 km güneybatisinda yer alan 'Ksochicalo Piramiti Yazıtları'. Bu piramit, üzerindeki kabartma yazilara göre;
Batı ülkelerinin yıkımının anısına insa edilmistir.
6.Dr. Niven'in Alaska'da buldugu Mu Kıtası sembolleriyle islenmis bir totempol.
7.Eflatun'un Timeus ve Critias adli eserinde batik kitaya dair su sözler geçer:
Mu ülkesinde 10 halk vardı.
Tahsin Mayatepek'in Araştırmaları
Tahsin Mayatepek
1882'de Edirne'de doğan Tahsin Mayatepek'in babası Afyonlu Kara Ömer Vehbi Paşa, annesi Boşnak Gülsün Hanım'dı. Aile o zamanlar Sarhoşoğulları olarak anılıyordu (bugün Mayatepek). Tahsin Mayatepek babaları gibi asker olan iki kardeşinin, aksine tarihçi ve diplomattı. Enver Paşa'nın Sultan Vahdettin'in kızı Naciye Sultan ile olan evliliğinden olan kızı Türkan Sultan ile evlenmişti.
Atatürk kendisini Meksika’ya elçi olarak gönderdi.Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler M.Ö 200.000 ile M.Ö.70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu. Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü
Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve İnka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi eşyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu.Yalnızca bu bile Türk'lüğün ne kadar eski bir tarihe sahip olduğunu göstermeye yeterliydi.Diğer bir teori ise Nuh'un torununun oğlu'nun ilk Türk olduğu şeklindeydi ilk Türk MU kıtasında yaşamıştı,yalnızca bulunan bu benzerlikler bile ilk Türk'ün MU'da yaşadığını gösteren teoriyi fazlasıyla destekliyordu.
Kayıp Mu Uygarlığı ve Dini
Batık Mu kıtası ve Mu uygarlığı hakkındaki bilgilerin çok büyük bir bölümü, 19. yüzyılda yaşamış olan İngiliz araştırmacı James Churchward'ın incelemeleri neticesinde gün yüzüne çıkmıştır. İngiliz silahlı kuvvetlerinde albay olan Churchward, 1880'li yıllarda Hindistan ve Tibet'te görevle bulunduğu sıralarda bu kıta hakındaki ilk bilgileri edinmiş, emekliliğinden sonra da Orta Amerika'da araştırmalarını tamamlayarak bu batık uygariık hakkında beş eser yazmıştır.
Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen "Naacal Tabletleri" ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 1921-23 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur.
Bilim dünyası, gerek Churchward'ın ortaya çıkardığı Mu uygarlığının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis'in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır. Ancak yine bilim dünyası, bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır. Kaldı ki, dünyanın hemen her yerindeki kavim ve milletlerin tufan efsaneleri de, büyük bir felaketin yaşandığını doğrulamaktadır ve bilim dünyası ister kabul etsin, ister etmesin, Mısır, Maya kalıntıları, Paskalya adası uygarlığı gibi ~ugün nasıl ortaya çıktıkları izah edilemeyen birçok eser bu batık kıta uygarlıklarının varlığı ile mantıklı izahlara kavuşabilmektedir.
Evrim kuramları ve genel bulgulara göre, günümüzden 200 ile 500 bin yıl önce iki ayağı üzerinde dik olarak durabilen "Homo Erectus" yerini, düşünebilen insan "Homo Sapiens"e bırakmıştır. Homo Sapiens'in ortaya çıkış tarihini 200 bin yıl önce olarak kabul etsek dahi, o günden bu güne kadar insanoğlunun sadece günümüz uygarlığını yaratmış olduğunu düşünmek, insanlık adına büyük bir bencilliktir. 200 bin yıl önce dünyaya gelen ve uzmanlarca beyin ağırlığı ve düşünme kapasitesi günümüz insanı ile aynı olarak kabui edilen Homo Sapiens, ne olmuştur da, 194 bin yıl bekledikten sonra, günümüzden 6 bin yıl önce birden bire dev adımlar atmaya karar vernıiştir? Nitekim, günümüz bilim çevreleri, tekerleğin ve yazının ancak M.Ö. 4 binlerde bulunduğunu öne sürnıektedir.
Ancak, dünyanın geçirdiği tufan felaketi nedeniyle çok az belge ve bulgunun kalmış olmasına rağmen, bu belge ve bulgular, insanoğlunun dünya üzerindeki uzun geçmişinde, günümüz uygarlığının dışında en az bir büyük uygarlık daha yaratmış olduğunu ve hatta bugünkü uygarlığın temellerinin de bu eski uygarlıkta atıldığını ortaya koymaktadır.
James Churchward 1883'de, Batı Tibet'te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkarttı. Tibet'te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğruitusunda Tibet'teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet'te bir manastıra düştü. Bu manastırın, "Büyük Rahipler Kardeşliğinin" önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward'a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmış "Naacal Tabletleri"ni gösterdi.
Rishi'nin Churchward'a, binlerce yıldır sır olarak saklanan tabletleri niçin gösterdiği bilinmiyor. Ancak, kendisi de bir inisiye olan Rishi'nin, başka kanallardan da olsa Ezoterik doktrini bünyesinde yaşatan bir diğer kardeşlik örgütüne, Masonluğa üye olan Churchward'ı kendisine yakın bulduğu ve bazı sırların batı dünyasına açıklanması zamanının geldiğine inandığı tahmin ediliyor.
Rishi, bu düşüncelerle Churchward'a iki yıl boyurıca üstadlık yaptı ve sadece büyük rahiplerin bildiği, Naacal Tabletlerinin yazıldığı ölü dili kendisine öğretti.
Naacal dilini öğrenen ve tabletleri inceleyen Churchward, bu tabletlerin ışığı doğultusunda batık kıta Mu ve uygarlığııtın izlerine rastlamak umuduyla 50 yıl süren araştırnıa gezilerine başladı.
Pasifik okyanusundaki hemen bütün adalarda, Sibirya ve Orta Asya'da, Avusturalya'da, Mısır'da incelemeler yapan Churchward'a yeni nur kaynağı Meksika'da parladı. Amerikalı Jeolog William Niven, 1921-23 yılları arasında Meksika'da yaptığı kazılarda, 11.500-12.000 yıl önce yazıldıkları saptanan 2600 dolayında tablet buldu. Bu tabletlerdeki yazılar ne Niven tarafından, ne de tabletler üzerinde uzun bir inceleme yapan Carnegie Enstitüsü uzmanlarından Dr. Morley tarafından okunamadı. Tabletlerin varlığını duyan Churchward Meksika'ya gitti ve Tibet'te öğrenmiş olduğu Naacal diliyle yazılı olduklarını ispatladığı Meksika tabletlerini çözmeyi başardı. Tibet tabletlerinde eksik kalan bilgilerini Meksika tabletleri ile tamamlayan Churchward, batık uygarlık Mu hakkında büyük'yankılar getiren eserlerirıi yazdı.
Churchward ve Niven'in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu. Danimarkalı araştırnıacı ve yazar Eric Von Daniken de, birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olan bu adalar kültürlerinin şaşılacak derecede benzediğine işaret ediyor. Churchward'a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürnıektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu; zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluţturmuţtur.
Mu uygalığının kolonileştirdiği ve daha sonra bağımsızlaşarak birer imparatorluğa dönüşen en önemli iki devlet, Atlantis ve Uygur İmparatorluklarıdır (8). Ayrıca, bugün Antik Mısır, Çin, Hint ve Maya uygarlıkları diye bilinen uygarlıkların kökeninde de Mu uygarlığı yatmaktadır.
Mu uygarlığının ne zaman başladığı bilinmiyor. Naacal Tabletleri ve Meksika'da bulunanlar bu konuda aydınlatıcı olamadı. Ancak tabletler, Mu'nun kolonileşme ve uygarlığinın temelini oluşturan dinini yayma aşamasına 70 bin yıl önce geçtiğini gösteriyorlar.
15 bin yaşında oldukları belirlenen Naacal Tabletleri evrenin başlangıcı ve ortaya çıkışı konusunda ayrıntılı öngörüler kapsamakta. Bu tabletlere göre, evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan, bir kaosun hakim olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar biraraya geldi. Bu gazlar, güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı. Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu. Sular dünyayı kapladı. Güneş ışıkları tıavayı ve suyu ısıttı. Bu ışıklar ve toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları yiikseltti ve bunlar açık toprak oldu. Güneş ışıkları suyun içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını (Rna-Dna) oluşturdu. İlk hayat sudan ç~ktı ve tüm yeryüzüne yayıldı.
Günümüzde geçerli evren ve yaşamın oluşumu teorilerine bu denli benzerlik tesadüf olamaz. Zaten, en az 70 bin yaşında olan bir uygarlıktan daha farklı bilgiler ummak da saçmalık olur. Mu uygarlığının ulaştığı seviyeyi gösternıe açısından bir başka kaynaktan yararlanalım. Günümüzden 3 bin yıl önce yazılmış Mahabharata'da, uzak geçmişte insanoğlunun kullandığı bir silah tarif ediliyor: "Dumansız bir ateşin ışıltısına sahip olan ve alevler saçan bir mermi atıldı. Birden heryer karanlığa gömüldü. Daha sonra, gözleri kör eden bir ışık ve kulaklan sağır ederı bir gürültü çıktı. Ardından meydana gelen büyük ısıda sular buharlaştı. Filler, atlar, insanlar bir anda kavruldn. Ağaçlar tamamerı yandı. Heryer yeniden aydınlandığında koca ordudan geriye sadece bir avuç kül kalmıştı"...
Bu efsane, atalarımızın ulaştığı uygarlık düzeyinin yanısıra, onların dünyasının da bugün olduğu gibi, barıştan yana pek nasibini almadığını gösteriyor.
Mahabharata efsanesi ve Sodom ve Gomora'nın yokoluşu gibi diğer bazı efsaneler, Atlantis ve Mu kıtalarının batışı teorilerinden birisini destekler niteliktedir. Ancak bu konuya daha sonra değinileceği için şimdi, Mu uygarlığının yönetiliş biçimine ve bunun aracı olan ilk tek Tanrılı dine, "Mu Dini"ne göz atalım.
Mu uygarlığı bir imparatorluktu ve imparatorlann ünvanı, güneşin oğlu da denilen "Ra Mu" idi. Mu imparatorluğunun bir diğer adı da "Güneş İriıparatorluğu"ydu. Mu dilinde "Ra" kelimesi, giineş anlamına geliyordu. Mu'nun kolonisi olan Mısıi da da güneş tanrıya "Ra" adı verilmiştir. Ayrıca, kökleri Mu uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya'da da imparatorun ünvanı "Güneşin Oğlu" dur. Bunun yansıra eski Maya ve İnka uygarlıklarında da krallar aynı ünvanı kullanmışlardır. İmparatorun altında, hem bilim adamı hem de rahip olan "Naacaller" bulunuyordu ve burılar yönetici sınıfı teşkil ediyordu. "Kutsal Sırlar Kardeşliği"nin üyesi olan Naacaller'in tüm dünyaya yaymış oldukları "Mu Dini", belki de insanlığın tanıdığı ilk tek Tanrılı dindi. Naacaller bu dini, sıradan insanlara, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyoriardı. Bu sembollerin Ezoterik anlamlannı sadece inisiye edilmiş kardeşler ve imparator Ra-Mu bilmekteydi.
Naacaller'in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu. Alaacal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin Tannnın geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmektcydi. Mu dinine göre Tann o kadar kutsal bir varlıktı ki, doğrudan ağıza alınamazdı. Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan insanlar tarafından idrak edilemezdi. İşte bu Yüce Varlığın sembolü, Güneş yani "Ra" idi. Tanrının güneş olduğu iddiasındaki tüm saptırıimış iddialann ve güneş kültü diye nitelendirilen inamşların kökeninde yatan olgu budur.
Naacal öğretisinde Güneş doğrudan Tann değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade tarzlannın kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı. Ancak, uygarlık çöküp, ana kaynak yok olunca, zaman içinde bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu.
Semboller vasıtasıyla tek Tanrıya tapınımı öğreten dinin büyük rahibi, dolayısıyla kutsal kardeşlik örgütünün de başı, Ra Mu'nun kendisiydi. Ancak imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak "Güneşin Oğlu" ünvanını taşıyordu.
Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara "şeffaf mabetler" deniliyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Bu da bir tür semboldü ve Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları, sanki üstü açıkmış gibi, gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir.
Mu dini sembollerinin en önde geleni, ".Mu Kozmik Diyagramı"dır. Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, "Ra"nın, yani tek Tanrının kollektif simgesidir. Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, içiçe geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün birarada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanriya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü remzeder. Her ikisinin birarada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın herbir ucu bir fazileti remzeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemierin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durnıası gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır.
Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırrrıanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kamil İnsan'a ulaşmak zorundadır.
Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay'dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgerıin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında ~lar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur. Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan südur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler. Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissetfirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini remzeder. Bu sembol, Osiris iIe önce Atlantis'e buradan Hermes ile Mısır'a, Mısır'dan Yunanistan'a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.
Birçok sembol gibi, Ezoterik Sırlar Öğretisinin üyelerini kabul ettiği inisiasyon törenlerinin kökeni de, Mu Naacal okulundadır. Değişik örgütlenmeler vasıtasıyla 'günümüze kadar ulaşmış bu inisiasyon töreninde aday, uzun bir hazırlık ve soruşturma döneminden sonra, layık görülmesi halinde kardeşliğe kabul edilirdi. Naacal kardeşlik örgütüne üyelerin seçilerek âlındıkları dışında, kabul töreni ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakta. Ancak, Naacal kardeşliğinin son durağı olarak da kabul edilebilecek Mısır'ın Hermetik kardeşliğine kabul töreninin Naacaller'in uyguladıkları törenden daha farklı olduğunu varsaymak için hiçbir neden yok. Bu törenin ayrıntılarına Mısır uygarlığını incelerken dönüleceği için, şimdi Naacal öğretisinin diğer kavramlarına geri dönelim.
Mu dininin dört temel kavramı vardır:
1-Tanrı tektir. Herşey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.
2-Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
3- Ruh, mükemmeliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
4- Mükemmeliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir.
Naacal öğretisine göre, Tanrı, sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurrrıuştur. Ancak bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar ona geri dönebilecek yeterliliktedir. Bu vasıflara sahip bir insan olabilmek ancak Naacal kardeşi olmakla ve kardeşlerin de öğretiyi derece derece sindirmeleri ile mümkündür. Naacaller, yalnızca üstad rahiplerin bu aţamaya ulaţabileceklerini kabul ederler.
Naacal öğretisinin bir diğer temel dayanağı, Tanrısal Nurdan çıkmış olan dört temel gücün kainatı kaosdan düzene geçirmiş oldukları teorisidir. Tanrının kendi asli nitelikleri olarak kabul edilen bu dört temel güç, "dört büyük inşaatçı", "dört büyük mimar", "dört büyük geometri üstadı" olarak adlandırılır. Bu dört temel eleman, ateş, yel, su ve toprak'dır .
Semavi dinlerin doğuşu ile bu dört temel eleman, "dört baş melek" olarak adlandırılmışlardır. Naacaller bu dört temel gücü gamalı haç ile sembolize etmişlerdir. Jeolog Niven'in bulduğu tabletler üzerinde rastlanan bu haçlardan, kollanının dördü de aynı uzunlukta olanının dört gücün eşitliğini, uçları kıvrık gamalı haçlardan ağızlarr sola dönük olanların iyiliği, sağa dönüklerin ise kötülüğü simbelediklerini görüyoruz. Bu konular üzerinde derin araştırmalar yapmış olan Hitler'in, imparatorluğuna sembol olarak ucu sağa dönük gamalı haçı seçmiş olması bir tesadüf değildir. İsa'nın da öğretisinde kullandığı haç sembolü aynı kaynaktan, Mu'dan gelmektedir.
|
"Dünya yüzünde Türkten daha büyük Ondan daha eski Ondan daha temiz bir Millet yoktur ve bütün İnsanlık tarihinde görülmemistir."
M. Kemal ATATÜRK
|
 |
|
|